Zayıflık Her Şeydir, Güç Hiçbir Şey..

tNzpvQVUdiycnf8kq6dVj57io1_500    ZAYIFLIK HER ŞEYDİR, GÜÇ HİÇBİR ŞEY..

“Zayıflık her şeydir, güç hiçbir şey.. Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğü zaman ise sert, kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken zayıf, esnek ve tazedir. Kuru ve sert hale geldiğinde ölür. Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık ise varoluş tazeliğinin ifadeleri…”                                                                                                                                                                                                        (Tarkovsky/Stalker)

Bu hikaye çok uzun çocuğum

Bu karmaşa hiç bitmeyecek sanki

Sanki hiç geçmeyecek kalbimizdeki katılık, hiç yumuşamayacak o sert gücümüz

Ve o gücün, katılığın, sertliğin içinde hiç ulaşamayacağız senin tazeliğine..

***

“Cennet” denildiğinde bir ağaç gölgesi değil, Firdevs düşleyen ve Rabbinin vechine bakma lütfunu arzulayan biz Müslümanlar, bu özlemlerimize ulaşabilmek adına bireysel, sosyal ve ailevî hayatlarımızda daima üstün ahlakı, üst insanı, yani İnsan-ı Kamil’i hedefledik.

Fakat bu yolculuğun, en çok hüzünle, gözyaşıyla, günahla, tevbeyle ve zaaflarla, yani insan olmanın o kabullenilmiş bütün halleriyle, kendini inkar etmeden/örtmeden sürdürülebileceğini göz ardı ettik.

Böylece İnsan-ı Kamil’in mükemmel ve kusursuz olduğu yanılgısına düştük.

Bu yanılgımız, hayatımızın her alanında kara bir gölge gibi bizi takip etti.. Böylece kurallarından asla taviz vermeyen eşi, hatalardan berî anne-babayı, müstesna öğretmeni, İslam’ın bütün emirlerine titizlikle bağlı davetçiyi, kalbinde korkudan zerre bulundurmayan mücahidi ve kendimize giydirdiğimiz daha nice rol kisvesini oynadık..

İmanda güç, amelde güç, kalpte güç, ruhta güç, bedende güç ilkeleriyle ilerledik.

Ne kadar mükemmel, kusursuz, yanlışsız ve dimdik olursak o kadar başarılı oluruz zannettik ve başarının bizi kemale ulaştıracağı yanılgısına kapıldık.. Onun için yaşadıklarımızı, yanlışlarımızı, duygularımızı hep bastırmaya, gizleyip saklamaya gayret ettik.

Ve kimi zaman bu yanılgı büyüdükçe küstahlaşmaya kadar götürdü bizleri..

Rabbimiz, İslam’ın en büyük davetçisi olan Peygamber (s.a.v)’e; “..göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin?..” (Hud 12) diye seslenirken, O’nun bu “ağır yük” karşısındaki zayıflığını dile getirirken, bizler yani göğsü bir kez olsun hiç daralmamış olanlar, bu davayı terk edip gitmeyi aklımızdan bile geçirmemekle övünüyoruz, ne tuhaf!

Rabbimiz, İslam’ın en mübarek ordularını oluşturan ashabın savaş halinden söz ederken; “..Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.” (Ahzab 10) buyurarak onların “zaaflı insan” olma durumlarını ortaya koyar.. Yüreği tir tir titreyen bir mücahid ordusudur Rabbimizin söz ettiği.. “Acaba mı?” diyecek kadar şiddetli imtihanlarla sınanmış mü’minlerdir.

Bütün halleriyle insandır onlar.. Yerine göre savaştan korkabilen, tembellik kendisini cihaddan alıkoyabilen, ailesinden ayrılırken gözyaşlarına boğulan ve şehidlerini uğurlarken ağız dolusu ağlayan insandır onlar..

Peygamber Efendimizin (s.a.v) ashabına ve ümmetine; “Ben ancak sizin gibi bir beşerim..” (Kehf 110) hatırlatmasını sık sık yaptığı halde, “Ben sizin emiriniz, önderiniz, lideriniz, devlet başkanınız, komutanınızım” vb. ifadeler kullanmamasının hikmeti nedir acaba?

“Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” buyurması “yani hatalarınızı anlayışla, sevgi ve merhametle düzeltirim, sizi yargılamam” demek değil mi?

Peki ya başka hiçbir yerde kullanmadığı; “Ben sizin babanız gibiyim” vurgusunun ardından tuvalet adabına değinmesi bize ne anlatıyor olabilir?

“Kuru et yiyen bir kadının oğlu” olması, “merkebe binmesi, keçiyi sağması, sofrasının yere konulması, ayakkabısını dikmesi” sadece “tevazu” bölümünde mi değerlendirilmeli?

Efendimiz (s.a.v)’i hatırımızdan geçirdiğimizde hangimizin aklına böyle ğaliz, katı, sert, şiddetli, haşin, dimdik, eğilmeyen, yıkılmayan, hiç sendelemeyen bir şahsiyet gelmektedir?

Bu anlamda Peygamberimiz (s.a.v) bizim “erkek” algımızla hiç örtüşmemektedir. Onun bütün âleme nezaketle muamele etmesi, kalbinin hüzünlenip gözlerinin yaşarması, Rabbinin huzurunda bir tencerenin kaynaması gibi usul usul gözyaşı dökmesi, göğsünün inip kalkması ve nefesinin daralması hiç zihnimizdeki erkek modeline benziyor mu?

Bütün bunlar acaba neyi ifade ediyor? Gelmiş geçmiş bütün hataları bağışlanmış, Allah’ın yarattığı en mükemmel şahsiyetin “bize yakın olmak” ve “bizden biri olmak” için gayretine bakar mısınız?

Oysa bu haller bizim İslam anlayışımızda tamamen “zayıflık” ve “zafiyet” göstergeleridir.

Bizim buralarda artık gücün ve güçlülüğün simgesi; hiç sendelememek, ‘acaba’ dememek, bir kez olsun ağlamamak, gözyaşı dökmemek..

Günahı olmamak kadar büyük bir günah daha var mı?

Çünkü insanın günah işlememesi, kendisinden memnun olması demek. Kendini zayıflıktan berî, rahmetten müstağni görmesi demek.

“Günahınız değil, halinizden memnun oluşunuz yankılanmakta göğe kadar. Günah işlemekte bile cimrilik etmeniz yankılanmakta!” (Nietzsche)

Öğretmek nedir Allah aşkına?

Eğitmek, terbiye etmek nedir?

Müslüman ailelerde büyüyen kaç çocuk, babasının ağzından okulu günlerce astığını, ailesine kızıp evden kaçtığını, derslerinden zayıf aldığı için “Karnem yırtıldı” yalanına sığındığını duymuştur?

Kaç baba, delikanlı oğluna biraz mahcup, biraz esprili ilk aşık olduğu kızı ve bunu kimseye söyleyemeyişini anlatmıştır?

Ve kaç anne, kızıyla gerçekten dertleşebilmiş, onun kendisini yargılamasından korkmadan yüreğindeki ezilmişlikleri, mahcubiyetleri aktarabilmiştir?

Tabii böyle bir şeyin hayali bile bizim buralarda caiz değil..

Bizim annelerimiz oldum olası böyle pür tesettür içinde, namazında niyazında, ufacık da olsa hiç hata yapmayan mükemmel insanlar..

Hele babalarımız.. Annelerinin karnından ilim-irfanla dünyaya teşrif etmiş, vakitlerini hiç ziyan etmemiş, sürekli ders/iş çalışan, evde iş elbiselerini çıkardıklarında bile pijamalarının altından her daim kariyerlerinin, makam ve mevkilerinin kokusunu aldığımız kusursuz babalarımız..

“Ben senin yaşındayken” diye başlayan cümleleri, ta o zaman bile ne kadar müstesna şahsiyetler olduklarını belirtmek için.. Paylaşmak için, yakınlaşmak için, seviyesine inmek, mesafeyi kapatmak için değil..

İşin en acı yanı ise, çocuklar hiçbir zaman mükemmel, kusursuz, güçlü, zaafı ve hatası olmayan bir anne-babaya asla gönüllerini açmazlar.. Sürekli hatalarını onlardan gizlemenin telaşı içinde ve bu telaşın yaptırdığı onca hatanın içinde bocalayıp dururlar..

Öğretmeni/hocası gibi olamadıkça kendisini suçlayan çocuk, bir zaman sonra bu sevdadan da vazgeçer..

Çünkü bizim buralarda, bir kez olsun kalbinden korku geçen, tembellik hisseden “davayı satmakla” itham edilir..

Ve sonra o “dışladıklarımız” bakarız gerçekten “dışarda” bir hayatı seçmişlerdir.. Bizim gözümüzde yargılanmaktansa, yaftalanmaktansa, zaaflarını saklamayan ve kimseyi zayıflığından dolayı yargılamayan, bizden çok daha erdemli “o günahkarların” safını tercih etmişlerdir..

tumblr_lqjm12U2Yn1r28d6io1_400

Fakat sen şunu iyi bil çocuğum,

Bizler ne acılar gördük, ne kavgalar

Zayıf düştük..

Kimi zaman terk edip gitmeyi istedik

Kimi zaman vasıfsız ölümler hayal ettik..

Ve çook hatalar işledik, dağlar gibi günahlar

Ağladık geceleri,

Sırılsıklam yastıklarda sabahladık..

Aşksa, sevdaysa seken bir kurşun gibi bize de değdi

Ezildik, eğildik, eridik..

İhanet gördük, ihanet ettik

Nice gönüller aldık, sattık

Kapı çarptık, kalp kırdık

Yalpaladık, çalkalandık

Nankörlük ettik, kıymet bilmedik

Ama insan olmaktan hiç ar etmedik çocuğum

Ağlayan, inleyen, biçare gönlümüzü günahkar ellerimizle teskin ettik

Zaaflarımızı sevdik..

Her şeyden öte, biz gökkuşağı renginde yaşadık gençliğimizi çocuğum,

Zayıflığın derinliğindeki o naifliği seve seve

Güçsüzlüğün kalbimizde açan çiçeklerini içimize çeke çeke

Ve ezilip büküldüğümüz secdelerin ardından tazeliği hissede hissede yaşadık gençliğimizi..

Günahları hiç sevmedik çocuğum

Ama arkasından gelen tevbenin lezzeti ve hatırı için yine de vazgeçemedik ondan..

Vazgeçemedik ‘insan olmak’lığımızdan..

Bil bunları çocuğum,

Ki zayıfsın, güçsüzsün, hatalısın diye esirgeme bizden gözlerini

Kalbinden ırak bırakma bizi çocuğum

Dünyandan ‘dışarda’ bırakma..

Çünkü sen hataların ve tevbelerinle bizim ‘insan olma’ arzumuz, ‘O’na varma’ umudumuzsun..

                                                                                        Ümmü Reyhane (10 Mart 2014)