Yakub’un Gözleri Kadar Ak Yağdır Ellerime…

İşte ben geldim Yusuf..

Yine sana geldim..

Uykusunda düşen şehirler gibi

Bir gecede düştü kalbim..

İşte al sana kalbimin ikindisi

Eskidim..

Tükendim.

Akşama dayandım Yusuf..

Gözlerimin haresinden kaç Eylül geçti

Ellerimden kaç yaprak döküldü bilmiyorum

Tenimden ilmek ilmek kaç bahar söküldü..

Çok yürüdüm..

Çok yoruldum..

Çok eskidim..

Okumaya devam et

Yusuf Şiiri…

İsmin kırılgan parmaklarımın arasında kaldı Yusuf…

Bir ikindi yağmuru kadar kısa

Bir sabah alacası gibi erken

O gözlerin kadar çocuk

O omuzlarım kadar yaşlı bir sevdayla

Durma git be Yusuf…

 

Gözlerinde dağlar birikmiş Yusuf

Hani gelmedi ki o gün

Yürüse dağlar..

Atılsa hallaç pamukları gibi…

 

Yağmurlarıma kıtlık vurdu Yusuf

Nasıl devirsem gözlerine oturmuş dağları…

Yüreğinde kıssalar birikmiş Yusuf

Nasıl silsem o güçlü mısraları…

Okumaya devam et

Eyvah Çocuğumu Şeytanmı Eğitiyor?

Eyvah çocuğumu şeytan mı eğitiyor 1

EYVAH ÇOCUĞUMU ŞEYTAN MI EĞİTİYOR?

Geceyle gündüzün tam ortasında.. Karanlıkla aydınlığın arasında.. Küçük yatağında bir çocuk göz kapaklarını araladı.. Önce şaşkın gözleri etrafı taradı, bir an mutlu, bir an öfkeli ve hepsinden öte mü’min gözleri.. Giydiği düş gömleğinin içinden sıyırmaya çalıştı bedenini.. Ama hala kulaklarında o tırmalayan sesi Azâzil’in: Dağılın, iş başına!

Kalktı.. Perdeyi araladı.. Düşlerinin düğmelerinden hayatı araladı.. Ayın ışığı karda.. Karın beyazı ayda.. Yüzünden bir parça rüzgar geçti; öfkeli.. Bir büyük dalga geçti; alaylı..

Yeniden ilikledi düş gömleğinin düğmelerini.. Çıplak ayaklarıyla dolabına yol buldu.. Kutusunu aldı eline.. Taş dolu cam kutuyu.. Taşlar; Ebabil’in taşları.. Kudüs çocuklarının ellerinin ayasına kaderleri çizilmiş..

İbrahim.. Ta sınırların ötesinde küçük elleri taş toplayan çocuk.. Kardeşlerine umut ve yardım, cellatlarına ise kin ve nefret biriktiren çocuk.. İki kaşının arasına Hz. İbrahim’in öfke mührü vurulmuş.. Şeytanı gördüğü anda iliklerine işleyen o öfke.. Gözleri mü’min gözleri.. Gözleri Kudüs yüreği..

İbrahim’in küçük elleri, taşlı elleri, Ebabil elleri..

Önünde daha el değmemiş mahrem bir kar hikayesi..

Bir taş.. Bir delik..

Bir taş daha.. Bir gedik..

Her taş, bir baş.. Şeytanların başları..

Şimdi yüzünde ay ışığı.. Kar parıltısı..

İki kaşının arasında serinleyen öfke.. “Sen kim oluyorsun? Her bir evladını toplasan kaç edersin? O mundar ellerin kalplerimize değecek kadar güçlü mü?”

Yüzünde Azâzil’in bütün oturumlarıyla alay eden bir gülüş.. Dudaklarında Kudüs güneşi.. Gözleri Kudüs güzeli.

………………….

Ne çok şey demektir bir gece… Hayatı zindan eden geceler… Hayalleri umman eden geceler… Ancak bu gece; ne yaşadıklarınıza benzer nede yaşayacaklarınıza… Karanlık gecelerden aydınlık sabaha ulaşmak üzere, sizleri “Şeytanın Bir Gecesine” davet ediyoruz… Sadece bir gece… Ama ne gece!..

EYVAH ÇOCUĞUMU ŞEYTAN MI EĞİTİYOR?

Ummu Reyhane

İndirmek İçin;

http://www.archive.org/download/EyvahocuumueytanmEitiyor_988/EyvahocuumueytanmEitiyor.pdf

İsteme Adresi;

Hüner Yayınevi

Rampalı Çarşı No:14 Meram/KONYA

Tel: (332) 350 91 05

huner@hunerkitabevi.com

https://i0.wp.com/img196.imageshack.us/img196/4321/eyvahocuumueytanmeitiyo.jpg

Tel: (332) 350 91 05
Fax:(332) 351 40 01
huner@hunerkitabevi.com

Kim Açtı Göğsüne İliklenen İmanın Düğmelerini?

Kim Açtı Göğsüne İliklenen İmanın Düğmelerini?


Düşlerimi üzerimden silkeleyip de sana koştuğum o mevsimden çook sonra.. Yeis dolu uykusuz biten gecelerin ardında.. Rüyalarıma siyah hüzünlerin düştüğü sabahlarda..

Kaç zamandır sükut renkli heceler serptim gözlerine.. Gurbet gurbet kopup gidişini, umudun o safiyet sızan camlarından gözledim.. Sustum, bekledim de anlarsın sandım.. Anlarsın diye suskunluğun ince perdesiyle incitmeden ulaşmaya çalıştım gönlüne..

Oysa bilemedim..

Suskunluğumun hecelerinin artık kalbine yabancı durduğunu.. Sitemkar bakışlarımın canına batmadığını bilemedim.. Yaşadığımız onca ak çehreli hatıranın üzerinden kara kalemlerle mi geçtin yoksa? Yoksa.. Gerisini getiremedim..

Bu sabah acılarımla biledim kalemimi.. Suskunluğum bir bıçak olup yakmadı içini ama belki sözlerim bir kurşun olup kanatır yüreğini..

Rabbimin şahitliği dururken semalarda, bir de sen şahittin şimdi.. Sadece; cennete giden yolda adımlarım adımlarına denk düşsün istedim.. Susuz çöllerimde bir damla ab-ı hayatım olasın.. Karanlık günlerime güneş katasın..

Bunun için sana anlatmamı usançlı bir iş bilmedim hiç.. Rabbim lütfetti de, tüm güzellikleri ayet ayet sundum kalbine.. Sen surelerin lafzını öğrenirken, surelerden kalbe köprü kurmayı öğrettim sana.. Sen iyiyi, güzeli benimle adaş bilirken, sana güzelliğin efendisini, iyiliğin gerçek sahiplerini gösterdim..

İstedim ki; bende kalmayasın, aşasın bendini.. İstedim ki; sende kalmayasın, yarasın seddini.. Bakışların hep vahyin zirvelerinde dolaşsın istedim.. Alnının ortasına dünya kırışığı gelip de oturmasın.. Kalbinin ritimleri cennete ayarlı kalsın istedim..

Okumaya devam et

Şiir; gözyaşlarımın kalemimden sızmasıdır…

Bağrımızdan sökerek Şehadete yoldaş ettiğimiz Abime…

Sen, ardından suskunluğa adandığım!

Sanma ki, yaşamayı yazmaya değiştim..

Yokluğunda dudaklarıma kelam

Parmaklarıma kalem yakıştı sanma..

Hala sükut renkli heceler solumaktayım

Kurşunu kalemden daha çok severek

Ameli sözden üstün bilerek..

Ancak kimi zaman Eylül düşlerine de bir şiir düşer

Kırık melodiler çırpınır yaralı tuşlarında gecelerin..

Öyle bakma,

Kalbime düşen arzular alnıma düşmeyince

Hecelerim hicranla sarsılır..

Sevdalarına çarmıhlar gerilmiş ceylanlar gibi

Kirpiklerimin dar ağacında inciler sallanır..

Sen, uçurtmalarını yıldız yıldız göğe saldığım!

Ayrılığın tarihi hangi takvimde hesaplanır?..

Bağrımda biriktirip de bir yere koyamadığım acılar

Hangi limanlara salınır?..

Sen, yanaklarından gülüşler derlediğim!

Rüyalarıma düşen siyah hüzünler

Hangi seherlerde aklanır?..

Sen, her kapıdan çıkışını veda bildiğim!

Kalma git artık..

Gelişlerin hep bir aldanış

Hep bir nefes vakti..

Kavruk gönlümde bir serap her biri..

Aklım çoktan belledi

Yere değil göğe olan aidiyetini

Ama gözlerimde bir ısrar

Her seferinde kalbimde bir vefasızlık bilgiye..

Ne ağlayabiliyorum herkes gibi

Ne konuşup anlatabiliyorum..

Yanaklarımdaki gülleri kaç kez kanattı içimdeki feryat

Kaç duvar örüldü dudaklarıma

Hecelerim savruldu birer birer

“İşte bugün bileğim kavi, yüreğim kallavi” dediğim

Kaç ucu başlanmış şiir kaldı masamda..

Sen git,

Yüreğimdeki ah’a bakıp da kalma oralardan..

Gidin,

Yuvasına kurşun dizilen çocukluğum

Tebessümlerim

Şiirlerim

Hecelerim..

Bana saçlarının kardeş kokusu kalsın sadece

Bir de kalbimin ritmi olmuş temenniyle

“Fe henien lekeş şehadeh”

Sen git sevdiğim

Al götür her tarafı sensizlik olan yanlarımı..

Nasıl olsa ben dayanmakta dağlarla yarışıyorum

Ağıtlarda yağmurla..

Koyuyorsa yokluğun kanıyorum

Arıyorsa gözlerim ağlıyorum..

Nasıl olsa ben her gece erken bir düşe uyuyorum

Her sabah bağrıma bir kurşun sıcaklığı

Dudaklarıma bir şehadet aydınlığı bekliyorum

“Acileten ğayra acilih” diyorum

Ertelenmeden, gecikmeden..

Sen git sevdiğim, aldırma da git..

Git artık..

Bir şehidin ardından…

Bir şehidin ardından….

SARISALKIM KUŞUYLA SERÇENİN ARASINDA

Gece…

Günün bağrına usulca bir hançerin sokulduğu zaman, içini kanatır gibi…

Renklerin eşyadan ellerini çektiği, anın gölgelendiği, günün toza bulandığı, umutların yerden göğe çevrildiği, günün solduğu, gülün solduğu zaman…

Genç kız gözlerin aydınlığa tutulduğu yere doğru yürüdü. Varlığın uçsuz bucaksız konağındaki nazlı konuk gibi yürüdü.. Elbisesinin etek çizgilerinden yere uzanan bir vakar ve bir istihyayla.. İlk bakışın safiyetinde büyüyen, koşulsuz, kendiliğinden bir sevda gibi..

Sonra durdu genç kız.. Duru bildi, durağı bildi bir eylem öncesinde.. Mikrofonu eline alıp başını kaldırdığında nice bakışlar değdi gözlerinin kahverengi iklimine.. Al al oldu yanakları ve avuçlarının içinde bir buğu.. Sesi yirmisinde bir genç kızın berrak, lekesiz nefesiydi.. Dalga dalga yayılan salonda.. Yetmişinde bir ihtiyarın ise yükü vardı, nefesinin kıvrımlarında.. Titrese bile tükenmemiş.. Eğilse bile devrilmemiş..

Öyle ağırdı ki üzerine yıkılan mana, halini bilindik kelimelerle ifade edemezdi..

Bir acı ki kelamda bu halin karşılığı yoktu acıdan başka.. Bir ğaşiye bürüdü etrafı.. Sonra suranın üflenişi âna taşıdı tüm çehreleri.. Susmuştu her şey.. Beklemedeydi kainat.. Ve daha kelimeler heceye dökülmeden, söz birliği etmişçesine bütün yüreklerde çalmaya başladı acının ince fonu..

Söz düştü.. Ama kendisinden başka hiç kimsenin anlayamayacağı gün gibi ortada bir lisanın karşısında lâl-ü ebkem gibi..

“Cuma’ydı o gün.. Varlıklar aleminin bayramıydı.. Gencin gözlerine sefer düşmüştü ve telaşelerine.. Son birkaç parçayı da aceleyle koydu çantasına.. Bir yolcunun azığı kadardı yükü.. Yerden bakan “Gelecek nasıl olsa” derdi, gökten bakan “Çoğuna ne ihtiyacı olacak.”

Okumaya devam et